MİLLÎ İSTİKLÂL İDEALİ VE MEHMET AKİF’İN MİRASI

Türk milletinin tarih sahnesindeki yürüyüşü, yalnızca savaş meydanlarında kazanılan zaferlerle değil, aynı zamanda yüksek bir medeniyet inşa etme iradesiyle şekillenmiştir. 1071 Malazgirt Zaferi, bu yürüyüşün en güçlü başlangıç noktalarından biri olarak, Anadolu’nun ebedi Türk Yurdu hâline gelmesinin kapısını açmıştır. Bu zafer, Türk-İslam kültürü ve medeniyetinin Anadolu topraklarında kökleşmesini sağlamakla kalmamıştır. Bugünün müesses nizamının ortaya koyamadığı iradeyi; adalet, bilim, ahlak ve kültür üzerine yükselen yeni bir nizamın temelini de atmıştır. Malazgirt, yalnızca Bizans’a karşı kazanılan bir askerî üstünlük değil; Türk milletinin Anadolu’daki varlığının ve Türk-İslam kültürünün bu topraklarda kökleşmesinin başlangıcıdır. Sultan Alparslan’ın “Zafer ya da şehadet” iradesi, milletimizin tarih boyunca sürdürdüğü bağımsızlık anlayışının sembolüdür.

Türk-İslam medeniyeti, yalnızca tarihî bir sürecin değil, insanlığın hak, adalet ve hikmet arayışının Anadolu coğrafyasında somutlaşmış bir tezahürüdür. Bu medeniyet, kendi varlığını sadece siyasi hâkimiyet üzerinden değil; ilim, ahlak ve inanç temelleri üzerine inşa etmiştir. Türk milleti, tarih boyunca İslam’ın evrensel değerlerini kendi töresiyle yoğurarak, bir medeniyet ruhu üretmiştir. Bu ruhun temelinde “istiklâl” ve “istikamet” kavramları yer alır.

Modernleşme süreçleri, kimi zaman bu medeniyet damarını koparma eğilimi taşımış, Batı merkezli paradigmalara teslimiyetle sonuçlanmıştır. Oysa Türk modernleşmesi, köklerinden kopmadan, kendi kültürel referanslarıyla inşa edildiğinde bir anlam taşır. Türk-İslam medeniyetinin sürekliliği, tam da bu noktada, hem geçmişin mirasını koruma hem de geleceğin yönünü belirleme sorumluluğudur.

Bugün dünya, kimlik krizleri, ahlaki çöküntüler ve anlam yitimleriyle karşı karşıyadır. Bu ortamda Türk-İslam medeniyetinin taşıdığı adalet, tevazu, dayanışma ve insan merkezli siyaset anlayışı yeniden insanlığa bir yön tayin edebilir. Bu iddia, bir üstünlük söylemi değil; insanlık için ortak bir hikmet çağrısıdır.

Medeniyetin Ruhuna Dair: Mehmet Âkif’in Mirası

Mehmet Âkif Ersoy, Türk-İslam medeniyetinin sürekliliğini sadece bir fikir olarak değil, bir iman meselesi olarak görür. Onun eserlerinde medeniyet, Batı’nın teknik ilerlemesine öykünmeden, kendi öz değerleriyle var olmanın adıdır. Âkif, bu duruşu şu dizelerde veciz biçimde özetler:

“Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını,

Veriniz hem de mesainize son süratini.

Çünkü kâfi değil artık, çalışmak, çalışmak;

Hem de kemâliyle, hem de nihâyetine kadar.”

Bu ifadeler, Türk-İslam medeniyetinin sürekliliğini “kökle bağını koparmadan yenilenme” ilkesine dayandırır. Âkif’in çağrısı, ne körü körüne Batıcılığa bir teslimiyettir ne de geçmişin içinde donup kalmış bir nostalji. Aksine, medeniyetin devamı için ilimde, sanatta, düşüncede yenilenme ama ruhta istikrar gereklidir.

Türk milletinin istiklal ruhu, işte bu dengeyi kurabilme becerisinde yatar. “İstiklâl Marşı” bu anlamda yalnızca bir millî marş değil, bir medeniyet manifestosudur. Âkif’in, “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım” dizesi, sadece bağımsızlık iradesini değil, Türk-İslam medeniyetinin tarih boyunca taşıdığı özgürlük ve vakar bilincini de dile getirir.

Millî İstiklâl İdeali: Ruhun Dirilişi

Modern çağda, milletlerin asıl mücadelesi artık sadece toprak veya iktisat alanında değil, “anlam ve kimlik” sahasındadır. Mehmet Âkif, bu durumu sezmiş ve medeniyetin çözülüşünü ahlakî yozlaşmaya bağlamıştır. “Çöküyoruz desem, inan, milletim, evet çöküyor” derken kastettiği şey, askeri yahut ekonomik yıkım değil; iman, ahlak ve şuurun zayıflamasıdır.

Türk-İslam medeniyetinin sürekliliği, bu manevi dirilişle mümkündür. Çünkü istiklal, sadece siyasî bir bağımsızlık değil; insanın ruhen, fikren ve ahlaken hür kalabilme iradesidir. Bu, Âkif’in Asım’ın Nesli idealiyle özdeşleşir. O nesil, imanla donanmış, bilimi kuşanmış, geçmişinden utanmadan geleceğe yürüyen bir nesildir.

“Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek!”

Bu dizeler, Türk-İslam medeniyetinin sürekliliğini sağlayacak ahlaki omurgayı işaret eder. 

Millî İstiklâl ideali, işte bu çağrının siyasal ve kültürel karşılığıdır. Bu ideal, ne yalnızca bağımsızlık mücadelesiyle sınırlıdır ne de yalnızca bir coğrafyayı ilgilendirir. Millî İstiklâl, Türk milletinin tarih boyunca sürdürdüğü hür yaşama ve adaletle hükmetme iradesinin çağdaş tezahürüdür. Bugünün Türkiye’si, bu tarihî sürekliliğin farkında olarak; ilimde, düşüncede, kültürde ve siyasette yeniden dirilişini sağlamakla mükelleftir. Çünkü medeniyetin devamı, sadece kurumlarla değil; fikrî, kültürel ve manevi uyanışla mümkündür.

Sonuç: Emanetin Taşıyıcısı Olmak

Türk-İslam medeniyetinin sürekliliği, geçmişe kapanmak değil; geçmişten aldığı ilhamla geleceğe yön çizmektir. Mehmet Âkif’in “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” çağrısı, bu anlayışın özüdür. Bu, sadece bir şairin temennisi değil; bir medeniyetin kendini yenileme emridir.

Bugün bizlere düşen, bu çağrıyı bir tarihî romantizm olarak değil, bir millî ve fikrî sorumluluk olarak görmektir. Millî İstiklâl Derneği, bu sorumluluğu üstlenirken, Âkif’in mirasını yaşayan bir düşünce çizgisine dönüştürmeyi hedeflemektedir. Çünkü biz inanıyoruz ki: Ecdadın emaneti, yalnızca korunacak değil; yeniden diriltilecek bir hakikattir!

Önceki
Önceki

E-İŞ VE E-DEVLET ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Sonraki
Sonraki

CUMHURİYET AYDINLARININ HALKla İLİŞKİSİ